GençlerbirliÄŸi'nin Alman teknik direktörü Thomas Doll, NTV Spor’dan Onur Erdem’in sorularını yanıtladı.
- Türkiye’yle tanışmanız aslında bundan 20 yıl öncesine dayanıyor. 30 Kasım 1988’deki Türkiye-DoÄŸu Almanya ve 12 Nisan 1989’daki DoÄŸu Almanya-Türkiye maçlarında forma giymiÅŸtiniz. Almanya’daki maçta 2. golü atan Rıdvan Dilmen, bugün NTV ve NTVSpor’da yorumculuk yapıyor. Kendisini tanıyor musunuz?
Rıdvan Dilmen’i tabii ki tanıyorum. Kendisine de lütfen selamımı iletin. Zamanının en iyi futbolcularından biriydi. Çabuk, hızlı, seri ve driplingi kuvvetli bir oyuncuydu. Ä°ki maçta da bizi oldukça zorlamış, üstüne bize gol de atmıştı. O yüzden, kendisinin hatıralarımda çok da iyi bir yer edindiÄŸini söyleyemeyeceÄŸim.
- Futbolculuk kariyerinizle ilgili neler söylemek istersiniz? Doğu Alman kökenli olmanız başlarda problem yaratmış mıydı?
Dönüp bakacak olursak, muhteÅŸem bir kariyeri geride bıraktığımı söyleyebilirim. Aynı zamanda, çok acı zamanlar geçirdiÄŸimi de… Bizim için hiçbir ÅŸey kolay olmadı. O yüzden, ÅŸansımın biraz yaver gittiÄŸini söylemem mümkün. Ä°ki ülkenin de milli takım formalarını giyme fırsatı yakaladım. Hamburg’da senelerce oynayıp, baÅŸarılara imza attım. Ama dediÄŸim gibi; o baÅŸarıları elde edebilmek benim için hiç de kolay olmamıştı.
- Doğu Alman futbolu denince akla gelen ilk iki isim Matthias Sammer ve Thomas Doll. Futbolculuk döneminizde sürekli birbirinizle kıyaslanırdınız. Bu tarz bir rekabetin varlığını kabul ediyor musunuz?
DoÄŸu Alman futbolundan bahsedeceksek, Thomas Doll ve Matthias Sammer’in yanı sıra Andreas Thom ve Ulf Kirsten’in de adını saymamız gerekiyor. Onlar da çok büyük futbolculardı. DoÄŸu Almanya’dan geldikten sonra hepimiz kendimize bir yol çizmeye çalıştık. 1992 Avrupa Åžampiyonası’nda forma giymek, bizi elbette onurlandırmıştı. Aramızdaki rekabetten öte, milli duyguları tatmaktı önemli olan. Åžu anda da bakarsanız; Matthias Sammer Almanya Futbol Federasyonu’nda Sportif Direktör olarak görev yapıyor. Hepimiz iyi fırsatlar yakaladık diyebilirim.
- Hansa Rostock altyapısından yetiÅŸtiniz, ilk yurt dışı deneyiminizi Lazio’da yaÅŸadınız. Hamburg’un da keskin olmamakla birlikte siyasi bir açılımı var. Genelde saÄŸ görüşlü takımlarda oynamanız bilinçli bir tercih miydi, yoksa günün ÅŸartlarına göre mi hareket etmiÅŸtiniz? Bir de budizmle ilgili olduÄŸunuzu biliyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Sporla politikayı birbirinden ayırmak her zaman mümkün olmuyor. Çünkü spor, dünya üzerinde insanları yakınlaÅŸtıran ve birbirine baÄŸlayan bir olgu. Futbol da dünya ve insanlık genelinde büyük etki gösteren bir spor dalı. Bu yüzden, isteseniz de ikisini birbirinden ayırma ÅŸansınız olmuyor. Ama futbolu ya da baÅŸka bir spor dalını, direkt olarak siyasi etkinlik aracı gibi lanse etmenin de yanlış olduÄŸunu düşünüyorum. Ben sadece, yaÅŸadığım anı deÄŸerlendirmeye ve elime geçen fırsatları kullanmaya çalıştım, hepsi bu. Budizme gelecek olursak; beni çeken, düşünce tarzı, felsefesi ve insanlara yaklaşımı. Düşünsel yapısıyla ilgilendiÄŸimi ve budizmle ilgili birçok kitap okuduÄŸumu söyleyebilirim… Ama budist deÄŸilim…
- Sizin döneminizde Alman futbolu daha güçlüydü sanki… Möller, Hässler, Klinsmann, Völler, Matthäus, Brehme gibi isimlerle birçok baÅŸarıya imza atmıştınız. Alman futbolunun bugününü sizin döneminizle kıyasladığınızda neler söyleyebilirsiniz?
Alman Milli Takımı’nın ÅŸu aÅŸamada da iyi olduÄŸunu söyleyebiliriz. Ama sizin de söylediÄŸiniz gibi; geçmiÅŸteki Alman takımında, Matthäus, Klinsmann, Völler, Brehme, Möller ve Hässler gibi dünya futboluna damgasını vuran birçok oyuncu vardı ve bu oyuncular Alman Milli Takımı’nı ileriye götürmüşlerdi. Bugün de Michael Ballack ve Miroslav Klose gibi futbolcular ülke futboluna büyük katkıda bulunuyor. Tabii, eskisi kadar bireysel özellikleri kuvvetli ve güçlü bir takıma sahip olduÄŸumuzu söylemek zor. Ballack, Klose, Lahm gibi futbolcular, dünya futbolunda elbette sizi ön plana taşıyabilir… Ama büyük ÅŸampiyonalarda, konuÅŸtuÄŸumuz isimlerin baÅŸarılarını yakalayabilirler mi? Açıkçası zor görünüyor.
- Akademiden yüksek bir diploma notuyla mezun olduÄŸunuzu biliyoruz. Hamburg’daki ilk deneyiminizde de baÅŸarılı bir grafik yakalamış, son sıralardan aldığınız takımı, ertesi sezon Åžampiyonlar Ligi seviyesine taşımıştınız. Peri masalı gibi baÅŸlayan Hamburg kariyerinizin neden kötü sonla bittiÄŸini öğrenebilir miyiz?
Hamburg’un ikinci takımını çalıştırırken, A takımı çalıştırmam için teklifte bulunuldu. Benim için elbette önemli bir aÅŸamaydı, çünkü profesyonel futbolda teknik direktörlük yapacaktım. Takımı ilk aldığımda alt sıralardaydık ama futbolcuların azmi, hırsı ve çalışma isteÄŸiyle üst sıralara tırmandık. Futbolda, böyle ÅŸeyler yaÅŸamak ve hissetmek sizi ileriye götürüyor. Bu, genç bir teknik adamın yaÅŸayabileceÄŸi en güzel anılardan biriydi diyebilirim. Fakat sakatlıklar ve bazı oyuncularımızın bizi terk etmesi iÅŸleri zorlaÅŸtırdı. Genç ve amatör takımdan oyuncuları A takıma çıkartmak zorunda kaldık. Böyle bir senaryoda da düşüş yaÅŸamamız kaçınılmazdı. Yine de orada yaÅŸadıklarım ve edindiÄŸim tecrübeler, her zaman için zihnimde yer etmeye devam edecek.
- Dortmund günlerinize dönelim… Tatsız bir ayrılık yaÅŸamıştınız. Ä°stifa kararınız güvenoyu yoklaması mıydı? Yoksa ayrılmasaydınız kovulacağınızı mı düşünüyordunuz? EÄŸer öyleyse, 500 bin euro’luk tazminattan neden vazgeçtiniz?
Öncelikle, hiçbir zaman yaptığım sözleÅŸmelerle ilgili detayları açıklamayı tercih etmiyorum. Dortmund’a gittiÄŸimde takım çok kötü bir durumdaydı ve ligin dibine demir atmıştı. Ancak daha sonra toparlandık ve Avrupa kupalarına gitme fırsatının neredeyse kapısından döndük. Ertesi sezon, özellikle Almanya Kupası’nda baÅŸarılı bir performans sergiledik ve finale kaldık. Ancak ligde, iÅŸler istediÄŸimiz gibi gitmedi ve sezonu 13. sırada tamamladık. En büyük problemim, stoper pozisyonundaki oyuncularımın istediÄŸim performansı verememesiydi. Ben de yönetimden bu konuda talepte bulunmuÅŸtum ama talebim karşılanmadı. Sonuçta, sezon sonunda kulüp yetkilileriyle yaptığımız görüşmede, yolları ayırmanın en doÄŸru seçenek olacağına karar verdik ve medeni bir ÅŸekilde birlikteliÄŸimizi noktaladık.
- 23 Nisan 2008’deki basın toplantınızı sormak istiyorum. Bayern Münih ile oynadığınız kupa finalinin ardından düzenlediÄŸiniz toplantıda çok agresif bir tutum sergilemiÅŸ ve ağır ifadeler kullanmıştınız. Bu da Alman basınında, sizin baskıyı kaldıramayan, kırılgan bir adam olduÄŸunuza yönelik bir algı yaratmıştı. Türkiye tercihini yaparken, bir yandan da Almanya’daki bu ortamdan uzaklaÅŸmak mı istemiÅŸtiniz? GençlerbirliÄŸi de sakin bir kulüp olarak bilinir. Tercihinizde bu da rol oynamış mıydı?
- O günkü konuÅŸmamı, duygusal bir ruh haliyle gerçekleÅŸtirdiÄŸimi söyleyebilirim. BaÅŸta basın mensupları olmak üzere yöneticilerin de dahil olduÄŸu bir grup, oyuncularıma ağır ve haksız eleÅŸtirilerde bulunuyordu. Haksız diyorum; çünkü onlar, yaÅŸadığımız zorlukların farkındaydılar. Ama bugün düşündüğümde, bir daha öyle bir konuÅŸma yapacağımı düşünmüyorum. Çünkü, o zamanlar genç bir teknik adamdım. Hala da genç bir teknik adam sayılabilirim ama böyle bir yaklaşımı bir daha hiç kimse, hiçbir yerde göremeyecek. O günkü ÅŸartlara dönecek olursak; Bayern Münih ile final maçına çıkacağımız gün, gazetelerde yerime geçecek teknik adam konusunda tahminler yapılıyordu. Siz de takdir ederseniz ki böyle haberler beni etkilediÄŸi kadar, oyuncularım üstünde de olumsuz etkiler yaratabilirdi. O yüzden çıkıp fikirlerimi söyledim. Ama bunu yaparken, duygusal yanımın ağır bastığını da kabul ediyorum. GençlerbirliÄŸi’ne baktığımızda, medya baskısını görmüyoruz. Basın mensuplarının yaklaşımı sakin ama ben, basınla sakin iliÅŸkiler kurmayı sevmiyorum. Basınla temas halinde ve iletiÅŸim içinde olmayı, fikir alışveriÅŸinde bulunmayı tercih ederim. Hamburg’da çalışırken, her gün 8 kameralı-20 muhabirli basın toplantıları düzenliyordum ve bu, beni besliyordu. O yüzden, Türkiye’de de basının GençlerbirliÄŸi hakkında daha meraklı olması beni memnun edecektir.
- Borussia Dortmund Almanya’nın hatta Avrupa’nın seyirci oranı en yüksek takımlarından biri. Türkiye’de ise –ki bu GençlerbirliÄŸi için daha da geçerli- tribünlere seyirci gelmiyor. Ä°ki uç senaryoyu yaÅŸamış bir teknik adam olarak, bu durumun avantaj ve dezavantajlarını anlatabilir misiniz?
Teknik direktör ya da futbolcular, her zaman tribünlerin tamamen dolu olduÄŸu bir stadyumlarda oynamayı tercih eder. ÖrneÄŸin, Ä°stanbul’da Fenerbahçe ile tıklım tıklım tribünler önünde oynamıştık. Bunun hem kazanan hem de kaybeden takım için daha güzel olduÄŸunu düşünüyorum. Almanya’daki statlara bakacak olursanız; 2006 Dünya Kupası organizasyonuyla birlikte hepsinin yenilendiÄŸini ve modern hale getirildiÄŸini görebilirsiniz. Tabii, statların dolu olması, fiziksel ÅŸartlar kadar insanların yaklaşımına da baÄŸlı. Türkiye’de futbola ilginin artması için statların modernize edilmesi ve tribünlere gelecek ailelerin güvenlik kaygısından arındırılması gerekiyor. Zira, ailenizle stada gittiÄŸinizde, büyük bir keyif almanın yanı sıra tribünlerin dolmasına da katkı saÄŸlayabilirsiniz. Ayrıca, çok amaçlı statlarla yaptığınızda, futbol dışı aktiviteler yardımıyla insanlara stada gitme alışkanlığı kazandırabilirsiniz. Bunlar olduÄŸu sürece, futbolun güzelliÄŸi de ön plana çıkıyor. Türkiye’de bu adımların atılması açıkçası beni memnun eder. Bir futbol adamı olarak, gerektiÄŸinde 2 bin, gerektiÄŸinde de 20 bin kiÅŸiye karşı oynamayı bilmelisiniz ama GençlerbirliÄŸi tribünlerinin de her maç bir öncekinden daha fazla dolduÄŸunu söyleyebilirim.
- Türkiye’ye ilk geldiÄŸiniz günlerde Alman basınında bir röportajınız yayımlanmıştı. Ankara hakkındaki açıklamalarınızda “Burada herkes kendi stiline göre araba kullanıyor!” demiÅŸtiniz. Buna alışabildiniz mi?
Türkiye’deki insanların araba kullanma stilini seviyorum. Açıkçası, benim hoÅŸuma giden bir stil. 3 ÅŸeritli yolda nasıl 6 ÅŸerit yapıldığını Ä°talya’da oynadığım dönemde Roma’da görmüştüm. Belki futbolculuÄŸumdan kalma bir alışkanlıktır, bilemiyorum. Ama sahada topla oynamayı sevdiÄŸim gibi, trafikte de zikzak yapmak hoÅŸuma gidiyor. Ama Türkiye’de, sürücülerin çoÄŸu saÄŸ ve sol dikiz aynalarını kullanmayı tercih etmiyor. Sadece önlerine bakıyor, saÄŸlarında ve sollarında ne olup bittiÄŸiyle ilgilenmiyorlar. Bir de yayalara biraz daha saygı gösterilse iyi olur düşüncesindeyim. Arabaları kendi stilinize göre kullansanız bile karşıdan karşıya geçmekte olan yaÅŸlı bir bayanı ya da çocuklu bir anneyi gördüğünüzde yol vermeniz gerektiÄŸini bilmelisiniz. Bunları yaptığınız takdirde çok fazla sorun yaÅŸanacağını zannetmiyorum.
- Türkiye’ye ilk geldiÄŸinizde, GençlerbirliÄŸi ile ilgili olarak “Burada 2 yılda 12 teknik direktör deÄŸiÅŸmiÅŸ. Böyle bir durumda bütün suç teknik direktörlerde olmasa gerek!” demiÅŸtiniz. Futbol kamuoyunda da Ä°lhan Cavcav’ın teknik direktörlerle iyi anlaÅŸamadığı kabul edilir. Kendisiyle iletiÅŸiminiz nasıl? Kulüpteki iÅŸleyiÅŸte, konuÅŸmalarınızda olduÄŸu kadar rahat mısınız?
Ä°lhan Cavcav’la ortak noktamız, ikimizin de futbol fanatiÄŸi olması. Kendisinin futbolu ne kadar sevdiÄŸini, futbola ne kadar düşkün olduÄŸunu biliyoruz. Takımın geleceÄŸi ve izlenmesi gereken yol konusunda sık sık toplantılar yapıp fikir alışveriÅŸinde bulunuyoruz. Felsefe belirlemeye ve kesinlikle kısa vadede olmamak üzere, bizi ileriye götürecek, Avrupa kupalarına taşıyacak planlar yapmaya çalışıyoruz. Elbette, belli baÅŸlı görüş ayrılıklarımız oluyor ama ben çok açık sözlü biriyim. Ä°lhan Cavcav da. Beklentilerini net ÅŸekilde paylaÅŸmaktan hoÅŸlanan ve ne istediÄŸini bilen biri. GeçtiÄŸimiz günlerde 75 yaşına girdi. Bu yaÅŸtaki bir insanın bu kadar çalışması, futbola ne kadar aşık olduÄŸunu gösterir diye düşünüyorum. Aynıları benim için de geçerli. Açık sözlülüğüm bazen dikkafalılığa bile kayabiliyor ama futbol aÅŸkı sayesinde ortak noktada buluÅŸabiliyoruz.
- Gençlerbirliği, hücuma yönelik futboluyla övgü alıyor. Siz futbol felsefenizi nasıl açıklarsınız?
Öncelikle, taktiksel beceri ve kapasitenizi, futbolcularınızın beceri ve kapasitesine göre ayarlamak zorundasınız. Bu iÅŸler maalesef futbolcunun fiziksel özellikleri ve futbol zekasına göre yürüyor. Tabii ki ben de çift santrfor, arkasında ’10 numara’ diye tabir ettiÄŸimiz bir futbolcu ve baklava diziliminde bir orta sahayla oynamayı seven bir teknik adamım. Fakat elinizdeki futbolcuların kalitesi bunu oynamanızı engelliyorsa, bu sistemi uygulamanız mümkün deÄŸil. GençlerbirliÄŸi’ne geldiÄŸim günden bu yana, her antrenmanda gerek hücum gerekse savunma diziliÅŸlerine yönelik çalışmalar yapıyoruz. Öğrenmeyi isteyen ve arzulu futbolcularım var. Neredeyse her gün kısa pas çalışmaları üstünde durmamıza raÄŸmen hücuma çıkarken sık sık top kaybediyoruz. Bu gibi eksikleri giderdiÄŸimizde, hücum ve savunma anlamında daha iyi noktalara geleceÄŸimizi düşünüyorum. Ama bu, uzun vadede olabilecek bir ÅŸey. Bugün ya da yarın gerçekleÅŸmesi mümkün deÄŸil. Günden güne, haftadan haftaya, çalışarak daha iyiye gideceÄŸiz.
- Oyuncularla iletiÅŸimi ön planda tutan bir teknik direktörsünüz. Almanya’da, futbolcularınızın size ‘Dolli’ ya da ‘Sen’ diye hitap ettiÄŸini biliyoruz, hatta zaman zaman onlarla gece kulüplerine gittiÄŸinizi de. Buradaki durumu sormak istiyorum… Ä°stediÄŸiniz ortamı yakalayabildiniz mi? Ayrıca, GençlerbirliÄŸi’nde oyuncularınız size nasıl hitap ediyor?
’Siz’ diye hitap ediyorlar. BahsettiÄŸiniz dönemlerin bir daha tekrarlanacağını zannetmiyorum. Öyle bir zamanda yaÅŸamıyorum artık. Teknik direktör olarak, oyuncularınıza ışık tutan, belli baÅŸlı ÅŸeyleri gösteren, onları yönlendiren bir kimliÄŸiniz var. Tabii, dürüstlük de bu konuda itici bir kuvvet oluyor. Ama ben, futbolcuların arkadaşı deÄŸil, eÄŸiticisiyim. Onlarla kahve içmek ya da gece kulübüne gidip müzik dinlemek gibi bir yükümlülüğüm yok. Belki bir kahve içebilirim ama bu, kapalı kapılar arkasında ve teknik ekibimin de katılımıyla belli bir amaç doÄŸrultusunda olmalı. Ä°letiÅŸim konusuna gelirsek; yardımcı antrenörüm zaten bu konuda bana gereken desteÄŸi veriyor. Bu anlamda bir sıkıntı duymuyorum. ÖrneÄŸin, Almanya’da da Afrikalı futbolcularla anlaÅŸmak için tercüman kullanmıştım. Sonuçta, futbol global bir oyun. Dilin çok büyük bir problem yaratacağını zannetmiyorum. Teknik direktör olduÄŸunuz için oyuncularınızla aranıza bir mesafe koymanız gerekiyor. Daha önce de söylediÄŸim gibi; ben onların dostu deÄŸil, teknik direktörüyüm. GeçmiÅŸteki tecrübelerim ışığında, aynılarının bir daha hiçbir yerde yaÅŸanabileceÄŸini ya da tekrarlanacağını düşünmüyorum.
- Genç futbolculara fırsat tanıyan bir teknik adam olarak, GençlerbirliÄŸi’ndeki öğrencilerinizi nasıl buluyorsunuz? Ayrıca, Borussia Dortmund’da görev yaparken Nuri Åžahin ile çalışma fırsatı bulmuÅŸtunuz. Nuri’yi nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?
Genç futbolcularla çalışmak ve yeni oyuncuların kazanılmasına yardımcı olmak tabii ki sevindirici. Ama sırf iyilik olsun diye de onları oynatmamanız gerekiyor. Benim için önemli olan futbolcunun kalitesi ve kapasitesi. 18 yaşında ya da 32 yaşında olmuÅŸ fark etmiyor. Genç futbolcular için önemli olan, baskıyı nasıl göğüsleyebilecekleri. Futbolun içindeki baskıyla baÅŸa çıkabilmeleri gerekiyor. Bir teknik direktörün, bunu becerebilen bir oyuncudan faydalanmamak için hiçbir nedeni olamaz. Aksine futbolun geleceÄŸinin kurtarılmasına katkıda bulunacağının farkında olmalı. Tabii, her insan gibi futbolcuların da karakter yapıları farklılık gösteriyor. GençlerbirliÄŸi’nde birçok genç oyuncu var, keza Hacettepe’de de… Ve hepsinin, bugüne kadar iyi bir performans sergilediÄŸini söyleyebilirim. Ben sadece, onların geliÅŸimlerine ve kariyerlerine katkıda bulunmaya çalışıyorum. Önemli olan da bu zaten. Nuri Åžahin’e gelecek olursak; Dortmund’da ilk sahneye çıktığında yeterli ÅŸansı bulamamıştı. Daha sonra Hollanda’ya Feyenoord takımına kiralandı. Feyenoord’un teknik direktörü, Almanya’dan tanıdığım Bert Van Marwijk’ti ve kendisine sık sık oynama fırsatı sundu. Bu, Dortmund’a dönünce belli bir sorumluluk almasını saÄŸladı. GeçtiÄŸimiz günlerde, 80 bin kiÅŸinin önünde sorumluluk alabildiÄŸini gösterip penaltı atışını kullandı ve gole çevirdi. Bana göre Nuri, önemli bir mesafe kat etti ve çok iyi bir hedefe doÄŸru ilerlemeyi sürdürüyor.
- GeçtiÄŸimiz günlerde Hikmet Karaman ile bir sorun yaÅŸamıştınız. Karaman’ın, Cavcav’la birkaç görüşme yaptığı ve bu görüşmelerde GençlerbirliÄŸi’nin hak ettiÄŸi yerde olmadığı, üst sıraları zorlaması gerektiÄŸi yönünde görüş belirttiÄŸi iddia edilmiÅŸti. Siz de buna tepki göstermiÅŸtiniz. Ä°ÅŸin aslını bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Hikmet Karaman’ın, yaz döneminde Ä°lhan Cavcav’la birkaç görüşme yaptığını ve bu görüşmelerin transferle ilgili olduÄŸunu duymuÅŸtuk. Belki de bizim futbolcularımızdan bazılarıyla ilgileniyorlardı, bilemiyorum. DiÄŸer söylentilerin aslı olup olmadığı konusunda ise net bir fikir sahibi deÄŸilim. DediÄŸim gibi; bunlar sadece duyumdu benim için. Kendisi beni aradı, medeni bir ÅŸekilde konuÅŸtuk. Bu konu hakkında üzüldüğünü ve anlatılanların gerçeÄŸi yansıtmadığını söyledi. Åžahsen, kendisinin yaklaşımını doÄŸru ve düzgün buldum. Bu haberleri ortadan kaldırmak, temizlemek istedi. Ben de kendisine fikrimi söyledim. Bahsi geçen konuÅŸmalar gerçekse, Ankaragücü Teknik Direktörü olarak hem kendi takımının hem de GençlerbirliÄŸi’nin taktiÄŸiyle ilgilenip, iki takım hakkında fikirler üretmesinin futbol dünyası için bir ilk olacağını belirttim. O da gülerek cevap verdi. Önemli olan, iki teknik adamın erkek gibi oturup bu konuyu açıklığa kavuÅŸturmasıydı. KonuÅŸuldu ve bitti… Benim için bir problem yok.
- Vatandaşınız Jürgen Röber’in takımı Ankaraspor küme düşürüldü. Röber’in durumunu ve görüşlerini merak ediyoruz. Ayrıca, siz Ankaraspor dosyasını nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?
Dünya üstünde, bunun bir eÅŸi ya da benzerinin olduÄŸunu zannetmiyorum. Ä°talya’da ya da Almanya’da böyle bir ÅŸey olsaydı, ceza olarak takımın 6-9 civarında puanı silinir, ama ligde yoluna devam etmesine izin verilirdi. Ayrıca, Ankaraspor’u ligden düşürdüğünüzde diÄŸer takımları da etkiliyorsunuz. Ankaraspor’la karşılaÅŸacak takım, 2 hafta maç yapmıyor. 3 puan ve 3 gol averajla galip sayılıyorsunuz ama maç trafiÄŸiniz alt üst oluyor. DediÄŸim gibi; Ankaraspor için kötü bir durum ama aynı ÅŸekilde Jürgen Röber için de… Bu arada, federasyonun Ankaraspor’un Türkiye Kupası’nda yoluna devam etmesine neden müsaade ettiÄŸini anlamıyorum. Böyle bir takımı nasıl motive edebilirsiniz? O kadar oyuncu Ankaragücü’ne gönderilmiÅŸken, kalanların motivasyonunu nasıl üst seviyede tutabilirsiniz? Gerçekten merak ediyorum.. Röber’e dönecek olursak; umuyorum ki en kısa zamanda yeniden çalışma imkanı bulur. Onun da bu durumdan rahatsız olduÄŸunu biliyorum. Kendisiyle irtibat halindeyiz. Arada telefonda konuÅŸup, dertleÅŸiyoruz. Ankara’ya bir sonraki geliÅŸinde daha detaylı ÅŸekilde konuÅŸacağımızı umuyorum. Kulüpteki belirsizlik nedeniyle ÅŸu anda Berlin’de. O yüzden, son geliÅŸmelerden ben de haberdar deÄŸilim. Ama bir sonraki kahve sohbetimizde öğrenirim.
- Türkiye ile Almanya arasında, Derwall ile baÅŸlayıp bugünlere uzanan bir teknik adam hattı var. Alman teknik direktörlerin Türkiye’de bu kadar popüler olmasının sebebi sizce nedir?
Türk futbolunda, kulüp baÅŸkanlarının ya da yöneticilerin teknik direktör seçiminde Almanlara yönelmesi, Türk teknik adamlara saygısızlık yapıldığı anlamına gelmemeli. Sonuçta, Alman teknik direktörlerin ‘disiplinli ve düzenli’ olduÄŸuna yönelik bir algı var. Ama bu Türk teknik adamlar tarafından lütfen yanlış anlaşılmasın. Almanya’da da farklı felsefelere sahip –mesela Hollanda orijinli- teknik adamlar görev yapabiliyor ve bu Almanya’dakilerin yetersiz olduÄŸu anlamına gelmiyor. Bu sadece, kulüplerin başındaki isimlerin, karar mercilerinin tercihleri doÄŸrultusunda ortaya çıkan bir durum. Senelerce Alman teknik adamlar Türkiye’de çalıştılar ve belli baÅŸarılara imza attılar. Kendilerinin Türk futboluna yaptığı katkı, bizlerin de önünü açtı. Onlar sayesinde buraya geldik diyebilirim. ‘Disiplin’ ve ‘düzen’e yönelik bir algı yaratmayı baÅŸardılar. Ama dediÄŸim gibi; her teknik adam dünyanın her yerinde çalışabilir ve bunun sakıncası yoktur.
- Turkcell Süper Lig’i dünya futbolunda nereye koyarsınız? Dışarıdan bir gözle, Türk futbolunun nasıl bir algı yarattığını düşünüyorsunuz?
Türk Ligi’nin Avrupa’da algılanma ÅŸekli tabii ki dört dörtlük deÄŸil. Futbolseverlerin, Ä°ngiltere-Almanya-Ä°talya-Ä°spanya liglerine bakış açısıyla, Türkiye’ye bakış açıları birbirinden tamamen farklı. Çünkü, Türkiye’den sadece Galatasaray, Fenerbahçe ve BeÅŸiktaÅŸ’ı tanıyorlar. Bu üç kulübün haricinde, diÄŸer kulüplerin neler yaptığını, ligdeki konumlarını, kapasitelerini bilmiyorsunuz. Ve yurt dışında, bu ligdeki hiçbir maçı izleyemiyorsunuz. Böyle bir ÅŸansınız yok. O yüzden, Avrupa’daki futbolsevelerin çoÄŸu, Türk Ligi hakkında bilgi sahibi olmakta zorlanıyor. Sadece, ‘3 Büyükler’in Avrupa kupalarındaki maçlarını -o da yayınlanırsa- takip edebiliyorlar. Ama Türk Milli Takımı açısından durum biraz daha farklı. Son dönemdeki uluslararası turnuvalarda gelen baÅŸarılar tanınırlık oranını arttırdı diyebiliriz. Oradaki bazı oyuncuların Avrupa liglerinde oynaması da insanlarda Türk futbolu adına bir algı yaratıyor. Ama Türkiye Ligi’ne daha kaliteli yabancılar geldikçe, oynanan futbolun ileri gittiÄŸini, temponun yükseldiÄŸini görebilirsiniz. Bursaspor-Fenerbahçe, Fenerbahçe-Galatasaray gibi maçlarda yüksek tempoya ulaşılabiliyor. Bunu lig geneline yaymayı baÅŸardığınız sürece, Avrupa bazında da tanınırlığınız artacaktır.
- Frank Rijkaard, geçtiÄŸimiz aylarda Türk futbolu hakkında “Her ÅŸeyden biraz var, ama hiçbir ÅŸey tam deÄŸil” demiÅŸti. Siz bu görüşe katılıyor musunuz? Türk futbolunu tanımlamak isteseniz, hangi terimleri kullanırsınız?
Ben baÅŸka bir teknik adamın görüşleri hakkında yorum yapmayı, baÅŸkasının makinist olduÄŸu bir trene binmeyi tercih etmiyorum. Kendi trenimi, kendim sürebilirim diye düşünüyorum. Türk futbolcusunun, teknik açıdan iyi bir kapasiteye sahip olduÄŸunu biliyorum. Ancak, bu ligde ‘3 Büyükler’, birbirleriyle oynadıkları maçların dışında yüzde 60 kapasiteyle maç kazanabiliyor. Fakat bu kapasiteyi, Avrupa maçlarına aktarmak istediklerinde sonuç bekledikleri gibi olmuyor. Türk futbolcular, Avrupa’nın her yerinde forma giyebilir ve oradaki seviyeye alıştıklarında Türk Milli Takımı için de önemli iÅŸler baÅŸarabilirler. Bunların hepsini büyük bir kazanın için koymalı ve dışarıdan bir bütün halinde gözlemelisiniz. İçinden zayıf noktalarınızı çıkarıp onların üstüne yoÄŸunlaÅŸmanız gerekiyor. Bir genelleme yapıp, bütün parçaların zayıf olduÄŸunu söylemek bence yanlış olur. Belki tempo düşüklüğünden bahsedebiliriz ama o da çalışmayla düzeltilebilecek bir eksiklik.
- Almanya’da yaÅŸayan Türk futbolcular, eskiden Türk Milli Takımı’nı tercih ederken, bugün baktığımızda gurbetçi futbolcuların tercihlerinin Alman Milli Takımı’na kaydığını görüyoruz. Siz, bu dönüşümü nasıl açıklarsınız?
Açıkçası bu konuya farklı pencerelerden bakmak gerekiyor. Bunu etkileyen birçok faktör olabilir. Bir ülkede doÄŸup büyüyorsunuz ve kendinizi o ülkenin gelenek görenekleriyle ÅŸekillendiriyorsunuz. Damarlarınızda Türk kanı akıyor olsa da farklı bir ülkede büyümek sizi farklı kararlara itebiliyor. Sonuçta, arkadaÅŸlarınız ve yakın çevreniz sizinle aynı milliyetten olmayabiliyor. Ayrıca, bunun bireysel bir seçim olduÄŸunu da anlamak lazım. Altıntop kardeÅŸlerin hangi gerekçeyle Türk Milli Takımı’nı seçtiÄŸini bilmiyorum. Tıpkı Serdar Taşçı ve Mesut Özil’in neden Alman Milli Takımı’nı seçtiÄŸini bilmediÄŸim gibi… Böyle bir duruma geldiÄŸinizde, iki tarafın size verebileceklerini tartıyorsunuz ve bunun sonucunda bir karara varıyorsunuz. Fatih Terim, zamanında Serdar Taşçı ve Mesut Özil’i ikna etmek için büyük çaba gösterdi. Bu Alman basınında da geniÅŸ yer bulmuÅŸtu. Ama Özil ve Taşçı kararlarını verirken belki Alman tarafları daha ağır bastı, belki o formayı giymek, o bayrağın altında mücadele etmek istediler. Jermaine Jones da farklı bir örnektir mesela. Alman Milli Takımı’na birkaç kere davet edildi ama düzenli olarak görev bulamayacağını anladığında Amerika BirleÅŸik Devletleri adına oynamaya karar verdi. Bu, o zamanki istek, arz ve talebe baÄŸlı bir ÅŸey. DediÄŸim gibi; bu bireysel bir karar. Åžansınızı nerede daha yüksek görüyorsanız ya da hangi tarafınız ağır basıyorsa ona göre karar veriyorsunuz.
- Son olarak, sizden bir reçete isteyeceğiz. Türk futbolunda gördüğünüz en büyük eksiklik nedir? Ve bu sorunun çözümü için neler önerirsiniz?
Bana göre çözüm milli takımdan ve onu besleyen alt takımlardan baÅŸlıyor. Milli takıma form düzeyi en yüksek oyuncuların yanı sıra gençleri de monte ettiÄŸinizde takımınızın gelecekte iyi yerlere geleceÄŸini öngörebilirsiniz. Bu, daha sonra liginize de yansıyacaktır. Ama bunu yapabilmek için, temele inmeniz gerekiyor. ÇeÅŸitli merkezler kurmalı, bu merkezlerde futbolcu adaylarını fiziksel ve teknik açıdan günlük çalışmalar yardımıyla yönlendirmelisiniz. Koordinasyon, çabukluk, esneklik gibi temel futbolcu gereksinimleri üstünde durmalı, altyapıdan itibaren bu kültürü özümsemelerini saÄŸlamalısınız. Her gün taktik ve teknik eÄŸitimler vermeli, geliÅŸimlerine yardımcı olmalısınız. Böylece, Türk futboluna katkı saÄŸlayabilirsiniz. Bu ülkenin tarihine baktığınızda, Atatürk’ün yol gösterici sözlerini görebilirsiniz. Çok çalışarak bir sistem oturtmalı ve en temele kadar inebilmelisiniz. Bizim Almanya’da yaptığımız gibi, yetenekli çocukları erken yaÅŸlarda keÅŸfedip, doÄŸru ÅŸekilde eÄŸitmelisiniz. Ve en önemlisi; bunu yaparken, çocukları iyi yetiÅŸmiÅŸ eÄŸitmenler ve teknik direktörlere teslim etmeli, babaların eline bırakmamalısınız. YetiÅŸtirdiÄŸiniz oyuncular, edindikleri bu kültürü ileride kendi takımlarına yansıtacak ve milli takımınız da bundan kazançlı çıkacaktır. Futbola bir ÅŸeyler katmak istiyorsanız bir felsefe geliÅŸtirmelisiniz. Bu sayede, son yıllarda elde ettiÄŸiniz baÅŸarıları sürekli hale getirebilirsiniz. Bu yolda en büyük ihtiyacınız ise zaman olacaktır. DediÄŸim gibi; temelden baÅŸlamalı ve çocuklarınızın iyi eÄŸitmenlerin elinde büyümesini saÄŸlamalısınız.
Kaynak : NTV Spor
Önceki Haber
Sonraki Haber
07 Mayıs | |
2023: BB Erzurumspor (D) 1-0 | |
2016: Sivasspor (D) 1-2 | |
2008: Kayserispor 10-11 | |
1995: Adana Demirspor (D) 7-0 | |
1989: Kayserispor (D) 3-1 | |
1983: Petrolofisi (D) 1-4 | |
1977: Karabükspor 2-2 | |
1972: Hatayspor (D) 0-3 | |
1969: Göztepe (D) 0-3 | |
1967: Fenerbahçe (D) 0-1 | |
* Skorlarda Gençlerbirliği evsahibi olarak gösterilmiştir. | |
Arama Yap |